Okçuluk tartışmasız kadim Türkler için hem bir eğlence sporu hem de savaş zamanında en etkili silahlarından biri idi. Belki de eski zamanlarda dünyanın en iyi okçuları Türklerdi denilebilir. Eski zamanlarda gerek eski Çin kayıtlarında olsun gerekse de Batı’daki tarih belgelerini tutanlar olsun, görülüyor ki eski dünyanın her iki ucunda da eski Türklerin okçuluğunun tasvirlerinin birbirlerine benzedikleri de bilinmektedir. Örneğin hem Çinliler Hunlular için hem de eski Ermeni kayıtçılar Selçuklular için savaş zamanında bu Türklerin yaylarından çıkan okların güneşli gökyüzünün birdenbire gece gibi karardığından söz etmişlerdi.
Okçuluk, eski Türk atlı savaşçılarının en önemli özelliklerinden biriydi. Her ne kadar 16. yüzyıldan sonra ateşli silahların önem kazanmasıyla Osmanlı ordusunda süvari bölüklerinin önemi kaybolmuşsa da okçuluk bir spor olarak Osmanlı’da 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.
Ok Meydanı, eski Osmanlı’da okçuluk yarışlarının yapıldığı geniş bir alandı. Bu alanda yapılan yarışmalarda her türlü rütbe kaybolur ve herkes eşit sayılırdı ve herkes eşit haklar ile birbiri ile yarışırdı. Oku atan kişinin okunun düştüğü yere mermerden bir sütun dikilir ve üzerine o ok sahibinin adı, oku attığı mesafe ve tarihi belirtilirdi. 16. yüzyılda Anadolu’nun bağrından kopup gelen Tozkoparan adlı bir yiğitin attığı ok mesafesi 19. yüzyıl başlarında Sultan III. Selim Han’ın atışına kadar yenilmezliğini sürdürmüştü.
Günümüzde böyle bir alanın atalarımızın anısına korunarak millî bir park haline getirilmesi yerine o alanda bulunan o eski sütunlar katledilerek rant uğruna yerlerini binalara bırakmışlardır.